https://www.facebook.com/atilla.keskin.3954/posts/10220339358088632 ;
Sevgili arkadaşlar, bugün yine Vedat ağabeyle ilgili anılarımı sürdürüyorum.
SOHBETLERİNİ HEP FIKRALARLA SÜSLERDİ. Çok fıkra anlatırdı ama anlattığı
fıkraların günlük yaşam ve siyasetle yakın ilişkisi vardı hep. İşte unutmadığım
fıkralarından biri:
" Yurt dışından beni seven arkadaşlar ziyaretime gelmişti. İçlerinden birisini
tanımıyordum. 'Kim bu dost' diye sordum. ' Vedat abi bu dost 4 K dır' dediler.
Malum Türkiye'de üç K olmak hep sorunludur. Komünist, kızılbaş ve Kürtsen yani
üç K isen başın beladan kurtulmaz. ' İyi de çocuklar üç K yı biliyoruz, 4 K da
ne oluyor?' diye sormadan duramadım. ' Bu arkadaş aynı zamanda Kapitalist abi
bu nedenle 4 K 'dediler. Bunun üzerine onlara bir fıkra anlattım: Malum üç
ayağı sekili atlar çok iyi koşar ve makbul bir at cinsidir. Büyük bir köyün
ağasının kıymetli atı doğum yapmaktadır. Ağa oğluna 'koş ahıra bak, doğan tayın
ayağı sekili mi?' der. Çocuk biraz sonra geri gelir. ' Baba müjde atın bir
ayağı çıktı sekili,' der. 'O zaman al sana bir altın, git bak diğer ayakları da
sekili mi?' Çocuk geri gelir baba iki ayak daha çıktı, müjde onlar da sekili,'
der. Yaşa oğlum al o zaman bu iki altını daha , koş bak diğer ayağı da çıkmış
mı?' Çocuk geldiğinde sevinçlidir. ' Baba müjdemi isterim dördüncü ayak da
sekili,' der. Ağa ' Şimdi ananın hörekesini gördün ver ulan altınları geri,'
der. Çünkü üç ayağı sekili atlar ne kadar kıymetliyse, dört ayağı sekili atlar
da o kadar kıymetsiz olurmuş.
Ben bu fıkrayı arkadaşlara anlattım, artık onlar ne düşündü bilmiyorum,"
demişti.
Birlikte dışarı çakacağız, kapının yanında biraz başı döndü, " Ben biraz
oturayım Atilacım," dedi. O otururken, ben aklıma takılan bir konuyu sormadan
duramadım: " Vedat ağabey sen Güven romanında çok güzel bir kadını
anlatıyorsun. Anlatımın o kadar canlı ki, kendi kendime insan ancak yakından
tanıdığı birisini bu kadar canlı anlatabilir, diye düşünmüştüm. Ne dersin böyle
bir kadın tanımış mıydın?"
Biraz durdu, baş dönmesi geçmişti. Gözleri parlayarak anlatmaya başladı: "
Nasrettin Hoca bir gün kaldırımda yürüyormuş, tanışlarına rast gelmiş. Tanışlar
' Hoca karşı kaldırımdan kızarmış bir baklava tepsisi götürülüyor gördünmü?' '
Bana ne demiş Hoca.Götürürse götürsünler.' ...' Ama baklava tepsisi sizin eve
gidiyor Hoca.' ' O zaman size ne eşşek herifler,' demiş.
Fıkra bitince..." Başımın dönmesi geçti hadi gidelim," dedi. Dersimi almıştım.
Bir daha da böyle sorular sormadım.
Düşmüş, kalçası kırılmış ve ameliyat olmuştu. Duyar duymaz telefonla kendisini
arayıp sordum. " Nasılsın ağabey ?"
" İyiyim Atilacım, iyiyim de bu ameliyattan sonra başıma çok kötü bir şey
geldi."
" Hayırdır ağabey?"
" Yahu hiç sorma...... gibi aksayarak yürümeye başladım. ( Sanırım hiç
sevmediği bu kişinin kim olduğunu anlamışınızdır.)
Sağlığına ve yemeklerine çok dikkat ederdi. Kuvvetli bir sabah kahvaltısında
muhakkak kendi yaptığı kefiri içer, yağsız peynir ve balı ihmal etmezdi. Öğlen
ve akşam yemeklerini çok hafif yerdi.
" Ağabey sağlığına çok dikkat ediyorsun," dediğimde yine hiç unutmadığım nefis
bir yanıt vermişti:
" Eeee Atilacım benim yaş doksana yaklaştı, bizim memlekette insanların yaş
ortalaması altmışın altında , ben başkalarının hakkını yiyorum onun için dikkat
etmem lazım..."
Şimdilik bu kadar yarın da kısaca onun güçlü belleğine ilişkin birkaç anımı
yazarım.
Hep belirtiğim gibi, yazılarımı bana sormadan paylaşabilir ve yayın
organlarında ismimi vererek kullanabilirsiniz.