[sfk] TAYFUR CINEMRE '68 den ’78 e ODTÜ

  • From: Bora Isik <isik.bora@xxxxxxxxx>
  • To: ODTU SFK <sfk@xxxxxxxxxxxxx>, sfk-dayanisma@xxxxxxxxxxxxxxxx
  • Date: Mon, 27 May 2019 04:25:56 +0300

http://www.odtumistbaraka.org/icerik/68-den-78-e-odt/1047

Tayfur'un yazısı!

Bora


Mart-Nisan 2019 <http://www.odtumistbaraka.org/>
Tüm Haberler
Siyaset
’68 den ’78 e ODTÜ Tayfur Cinemre (ME ’78)

ODTÜ’ye ’68 yılında girip ’78 yılında mezun olmak gibi bir ayrıcalığa
sahibim. Benim gibi 1968 yılında girmiş olanlar bugün artık 68 yaşındalar.
Onlar, ’68 kuşağı diye anılan bir kuşağın tam da göbeğinde yer aldılar.
Dünyada 1968 yılında zirvesine ulaşan sosyal uyanış ve başkaldırı
hareketleri, 1960 – 1980 yılları arasında ülkemizi de kucaklamış, o
yılların gençleri olan bizler üzerinde silinmez izler bırakmış,
karakterimizi belirlemiştir.

Xsentius üç bin yıl önce Anadolu'da yaşamış bir filozofun adıdır. Fethiye
yöresindeki antik Likya tapınağında Xsentius şunları yazıyor :

Ahlakın temeli özveri ve dürüstlüktür. Özveri, başkaları için fedakârlıkta
bulunmak, dürüstlükse aldatmamaktır. Ahlaksız bir kazanç edinmektense
kaybetmeyi tercih et. Bazı idealler, o kadar değerlidir ki o yolda mağlup
olman bile zafer sayılır.

Bu  sözler sanki ’68 kuşağını anlatmak için yazılmış gibidir. Onlar,
yaşadıkları toplum için, daha iyi, daha güzel bir dünya kurmak uğruna büyük
özverilerde bulundular. Bu uğurda kimileri yaşamını, kimileri yıllarını,
kimileri ise önlerine serilmiş olan parlak bir geleceği kaybettiler.

Türkiye tarihinde gençlik, hiçbir zaman ’68 kuşağında olduğu kadar farklı,
kendine özgü ve özgüven dolu omamıştır. O yıllarda taşradan gelen
üniversite gençliği sayısında bir patlama olmuştu. Onlar yaşlarına kıyasla
daha olgun, hayata ilişkin fikirleri ve deneyimleri olan, okumaya ve şiire
düşkün, gerektiğinde kavga eden gerektiğinde türkü söyleyen, büyük
mücadelelere adanmaya hazır, ağırbaşlı kadın ve erkek delikanlılardı.
’68 kuşağı dünyayı değiştirmek istemişti, ama acımasızca yenildiler. Ancak
Xsentius’un dediği gibi onların idealleri o kadar değerli idi ki, geriye
dönüp bakıldığında o uğurdaki yenilgileri bile, bir zafer sayılmıştır.
’68 bir dünya hareketiydi. Bunu görmemiz bizleri derinden etkiledi. Böyle
bir gençlik hareketi içinde bulunmak kuşağımız için tarihi bir misyondu.
Kendimiz gibilerin ABD’de, Paris’te, Filistin’de, Vietnam’da, Küba’da
varlığını ve mücadelelerini bilmek bizleri heyecanlandırıyordu.
Bu kadar Enternasyonal beslenen bir hareket, elbette Türkiye’de de kendi
sınırlarını aşmak isteyen insanlara büyük bir ufuk oluşturuyordu. Çoğumuz
Kurtuluş Savaşını yaşamış anne-babaların çocukları, torunlarıydık.
Cumhuriyet öğretmenleri bize bağımsızlık bilincini verdiler. Bizim
kuşağımız böyle çıktı ortaya. ’68 hareketi kitlelerin hoşnutsuzlukları
kadar umutlarından da doğmuştu. Kendinden önce hiç olmadığı şekilde
hegemonyaya, otokrasiye ve statükoya karşı bir devrimdi. Bu anlamda kendi
göbeğini kendisi kesmiş bir kuşaktı ’68 kuşağı.
Her ülkenin kendine özgü bir ‘68’i vardır. Eylemlerin yayıldığı zaman
dilimi açısından, eylemlere katılan toplumsal kesimler açısından ve
tartışılan sorunlar açısından farklılıklar vardır. Buna rağmen farklı
ülkelerde gerçekleştirilen eylemleri büyük ‘68 başkaldırısının parçası
haline getiren ortak yanlar vardır. Bunlar antikapitalist, antiemperyalist,
enternasyonalist, antibürokratik ve antiotokratik mücadeledir. Ortak
sloganlarımız vardı. Bunların içinde bazıları bugüne kadar gelmiştir.
Örneğin “Yasaklamak yasaktır” ya da, “Zoru hemen başarırız, imkansız biraz
zaman alır” sloganı o günlerden bugüne miras kalmıştır.
 ’68 kuşağı devrimcileri, bir Rus efsanesinde olduğu gibi halkına
karanlıkta yol göstermek için yüreğini çıkartarak yakan ve karanlığı
aydınlatan efsane kahramanı gibiydiler. Onlar, eşitlikçi bir toplum için
hayatlarında birçok şeyi feda ederken geleceğe ışık tuttular. Bugüne kadar
gelen bir ışık ve bir çığlık oldular.
Dünyaca ünlü düşünür Immanuel Wallerstein şöyle söylüyor : “Bugüne kadar
iki büyük dünya devrimi olmuştur. Bunlardan birincisi 1848’de, ikincisi ise
1968’de meydana gelmiştir. Her ikisi de kitlelerin hoşnutsuzluklarından ve
umutlarından doğarak kendiliğinden ortaya çıkmış ancak her ikisi de
yenilgiyle sonuçlanmıştır. Buna rağmen, her ikisi de dünyayı çok önemli bir
dönüşüme uğratmış, paradigmaları değiştirmiştir.”
1968 hareketiyle birlikte bellibaşlı dört değişim görülüyor.:

•    İlk olarak, Kuzeyin (emperyalist ülkeler) Güney'i (3. Dünya ülkeleri)
denetleme yetenekleri sınırlanmıştır. ABD’nin Vietnam'dan çekilmek zorunda
kalışı Kuzey-Güney ilişkilerinde yeni bir evre başlatmıştır.

•    İkincisi, 1968 devriminin bir sonucu olarak alt proleterler, kadınlar,
etnik ve ırksal gruplar gibi dezavantajlı gruplar dünyanın gündemine
girmiştir.

•    Üçüncüsü, sermaye ile emek arasındaki güç ilişkileri temelden değişime
uğramıştır.

•    Son olarak, 1968’den sonra, sivil toplum güçlenmiş, devletlerin sivil
toplum üzerindeki denetimi azalmıştır.

21. yüzyılda ilerlerken, kapitalist dünya, başlıca dört alanda güçlüklerle
karşılaşmaya devam etmektedir :

•    Birincisi; devletlerarası sistemde hegemonya, yerini kendi karşıtına
yani rekabet durumuna bırakıyor. Yeni ittifaklar oluşuyor ve ABD
hegemonyası henüz kendi yerini alacak açık ve güvenceli bir dünya düzeni
olmaksızın aşınıyor.
•    İkincisi, sermayenin artan merkezileşmesi sonucunda, emekçilerin
göreli yoksulluğu derinleşiyor ve eşitsizlikler artıyor.  Aşağıdaki
rakamlar  bunun en açık göstergesidir :

-    Bugün şirket karları tüm zamanların en yüksek değerindedir
-    Bugün ücretlerin ekonomideki payı tüm zamanların en düşük
seviyesindedir
-    Bugün işsizlik, büyük bunalımdan beri en yüksek düzeydedir
-    Bugün en zengin % 1’in toplam gelirdeki payı  %80’e ulaşarak,
1920’lerden beri en yüksek düzeye çıkmıştır

•    Üçüncüsü, devletlerin kendi sivil toplumlarını denetleme yetenekleri
azalıyor ve dezavantajlı konumdaki statü gruplarının talepleri giderek daha
fazla güç kazanıyor.

•    Dördüncüsü, kapitalizmin herşeyi metalaştırarak doğayı yıkıma
uğratmasında ve buna bağlı olan iklim değişikliğinde yolun sonuna
gelinmiştir. Bu sistemin devamı halinde gezegenimiz büyük bir ekolojik
çöküş yaşayacaktır.

Günümüzde Kapitalizm artık sürdürülebilir değildir. Kar amacı güden tüketim
ekonomisi  doğanın sınırlarını zorlamaktadır. Daha önceki dönemsel
krizlerden farklı olarak, kapitalizm nihai bir krizin içine girmiştir.
Bilinen krizden çıkış yöntemleri artık işlememektedir. Küresel ekonomik ve
ekolojik kriz dünyamızı kritik bir yol ayrımına getirmiştir. Kar
maksimizasyonu için dünyanın tüm kaynaklarını sorumsuzca ve sınırsızca
metalaştırarak tüketen kapitalizm, gezegenimizin tarih boyunca içinde
bulunduğu en büyük ekonomik ve ekolojik krizin sorumlusudur.


Davosta biraraya gelen kapitalizmin temsilcileri, artık onu restore etmeyi
tartışmıyorlar. Onun yerine geçecek, fakat temel prensipleri olan
eşitsizlik, hiyerarşi gibi özelliklerini koruyabilecek alternatif  bir
sistem arayışı içindeler.

Bu koşullar altında, ’68 hareketinin anti-kapitalist, anti-emperyalist
hedefleri her zaman olduğundan daha fazla geçerlidir. Bu yeni ’68 ruhunun,
dünya ölçeğindeki sınırsız metalaşmaya karşı çıkan, yoksulları, işsizleri,
göçmenleri, çevrecileri, kadınları, LGBT’lileri, toplum dışına itilmişleri,
uluslararası siyasi bir eko-sosyalist hareket olarak örgütlemesi
gerekmektedir. “Occupy wall street”, “Porto Allegre”, “Yeni Dünyacılık”,
“Gezi Direnişi” vb, bu yolda atılmış adımlardır. Ancak, bu hareketlerin
örgütlülükleri henüz çok zayıftır.

Bugün “Davos ruhu”nun mu, yoksa “Yeni ’68 ruhu”nun mu dünyanın geleceğini
şekillendireceği bilinmiyor. Davos ruhu galip gelirse dünya halkları ya
sermayenin giderek gaddarlaşan demir ökçesi altında ezilecek veya
gezegenimiz  ekolojik bir felaketten dolayı dağılıp gidecektir.
Yahut da eşitlikçi ve ekolojik bir dünya, insanların 1968'de umduğu tarzda
yeniden kurulacaktır.
Kısacası “Ya eko-sosyalizm ya da barbarlık… Üçüncü bir yol yok” bugünün
sloganıdır.
………………….
Bu konuşmayı yazmak için 50 yıl öncesinin anılarında gezinirken beni sarıp
sarmalayan hüznün, ne anlama geldiğini düşündüm farkına varmadan. Ve şunu
farkettim : “Hüzün, aslında bir “ardından bakma”dır yaşanana. Yaşananın
tortusuna. Yaşanmışlık üstüne bir yoğunlaşma, ve onun belli belirsiz
değerlendirilmesidir. Kaçırılanlar, yanlışlıklar, acılar, çaresizlikler, ve
geçip giden zamanın bir daha geri gelmeyeceği.
Bir pişmanlık, ya da melankoli değildir hüzün. Tutku, kızgınlık, nefret,
öfke, coşku, yoktur hüzünde.
Hüzün, geçmiş bir zaman diliminin, dingin bir tatla değerlendirilmesidir.
Haykırış yoktur hüzünde, çılgın bir sevinç de. Bir talep değildir hüzün,
bir beklenti, doyurulması gerekli bir arzu değildir. Hüzün, “olduğu
gibilik”le çıkılan bir geçmiş yolculuğudur. İçinde umutsuzluğu, küsmüşlüğü
barındırmaz. Yaşanmış olanın önünde soğukkanlı bir tebessümle
durabilmektir.
Kısacası, "Ey yaşanmış olan geçmişim, ne denli yüreğimi burkarsan burk, ben
hala buradayım" deriz, hüzünde.
Sözlerimi Fransız ihtilalinin devrimci şairi Beranger’den bir dörtlük
okuyarak bitireceğim :
Yolun düşerse kıyıya bir gün
Ve maviliklerini enginin seyre dalarsan
Dalgalara göğüs germiş olanları hatırla
Selamla onları yüreğin sevgi dolu
Çünkü onlar fırtınayla çarpıştılar,
Eşit olmayan bir savaşta…
Ve dipsizliğinde enginin yitip gitmeden önce
Sana liman gösterdiler uzakta.

Other related posts:

  • » [sfk] TAYFUR CINEMRE '68 den ’78 e ODTÜ - Bora Isik